Aslında böyle bir yerin olmadığının ben de farkındayım.
Sayfalar
Sahi Neler Olmuş?
- The Bishops - Nothing I Can Do Or Say - 12/16/2011 - ufukcel
- Everything Falls Apart - 11/18/2011 - ufukcel
- Breaking News - Coffee Cup - 9/10/2011 - ufukcel
- I Couldn't Spill My Heart - 9/3/2011 - ufukcel
- And It's Alright... - 8/5/2011 - ufukcel
Geçmiş zaman
- Aralık 2011 (1)
- Kasım 2011 (1)
- Eylül 2011 (2)
- Ağustos 2011 (1)
- Temmuz 2011 (1)
- Haziran 2011 (2)
- Mayıs 2011 (5)
- Nisan 2011 (2)
- Mart 2011 (4)
- Şubat 2011 (6)
- Ocak 2011 (4)
- Aralık 2010 (5)
- Kasım 2010 (3)
- Ekim 2010 (4)
- Eylül 2010 (4)
- Ağustos 2010 (4)
- Temmuz 2010 (7)
- Haziran 2010 (2)
- Mayıs 2010 (8)
- Nisan 2010 (9)
- Mart 2010 (1)
Road To Nowhere
Asfaltın kokusu yeni doldurulan mazotla karışınca uyku yapar bünyede. Kış günü hiç yanmayan kalorifer tam o anda yüzüne yüzüne üflemeye başlar, havalandırma çalışması gereken tek anda dutu boğazına kaçan bülbüle döner. Muavinin en isteksiz haliyle yaptığı ciddiyetsiz teklifleri saymazsak uzun yol yolculuğunun en eğlenceli yanı da uyumaktır zaten. O otobüsün içinde gurbete giden tek kişi siz olsanız bile otobüslerin içi hep hüzün kokar. Kavuşmak, ayrılıkla karışır, işin içine bir melodram katılır. Yolcuların gözleri camda, uçan balon görünce gözlerini alamayan çocuk şaşırmışlığında, bir daha görmeyeceği, görünce de bir farklılık olup olmadığını anlamayacağı başaklarda... Yüzlerindeki asıklık az önce içtikleri asitsiz kola yüzünden değil, bilinçli bir uzun yol yolcusu olmalarından. Kumpanyalarındaki zeytinin acısı damaklarında kalmış gibi, belki biraz da limon ekşiliği...
Yine böyle bir yolculukta karşılaştım onla. Saçlarındaki pembeler dikkatimi çekti ilk olarak. Sarı saçlarının arasına kelebekler konmuş gibiydi. Yeşil bluzunun kolları beyaz tenini daha da ortaya çıkarıyordu. Çaprazımdaki koltukta oturduğundan olacaktı ki kulakları ve sağ omzu dışında bakabileceğim başka uzvu da yoktu zaten. Olanları değerlendirip matematiksel kıyaslarla sonuca ulaşmaya çalıştığımda anladım ki hayatımdaki en saf yüze bakmak için tutuyor bir el bedenimi. Sanki duvarın dibinde parmaklarının ucuna basmış, bahçenin öteki yakasındaki gizemi izleyen bir çocuk gibi... Ama bu kez gizemi oluşturan ne yuvalarından kafalarını çıkaran kaplumbağalar ne de meltemde daha güzel salınan yabani otlardı. 29 numarada burnuma gelen tek kokunun taze ot kokusu olmasının da başka bir açıklaması olamazdı zaten.
- Aslında ben de düşündüm seni. Koltuğunda simitini yiyordun ve yere düşen susamlarını toplarken kahve gözlerine baktım. Kokunu bir an duydum ama çok kısa sürdü, iklimlerim değişti, yüreğimde hortumlar oluştu, evsiz duygularımı öldürdü, kısmi felçler yarattı. Rasyonel duygular besliyorum sana, eğer uygun görürsen saçlarımı yüzüne doğru savurmak istiyorum.
Gülücüğe odaklanmak için beynimden türk filmi kıvamında replikler türetiyordum. Birçoğu monologdu, tam ben cevap verecekken ani bir düşme hissiyle uyanıyordum uykumdan. Yüzüm kıpkırmızı, rüyasında utanan tek insan oluyordum. Düşlenilen fırsata en çirkin halde yakalanmak yaralar bedeni, uçuklar çıkarır dudakta, üfürür kalp çektiği kanı birden. Önceden hazırlık yapılan hiçbir sürpriz tatlı gelmez. Her güzel rastlantı erken rastlantıdır bu yüzden. Hep biraz daha vakti olması gerekir güzel şeylerin tam olması için. Ama insanoğlu biraz aptaldır, biraz da şapşal. Hesap kuramayacağı zamanları tam olarak hesaplayamayabilir.
- Aslında ben düşündüm de seni, gözlerin kahve miydi? Susamlarını dökerek simit yiyen insanlardan hiç hoşlanmam. O yüzden hep yanımda kumanyamı taşırım. Kimselere gözükmeden mola yerinde usulca yerim. Simitinin yanına yoldaş ettiğin peynirin kokusunu aldım da sinirim tepeme fırladı birden, nevrim döndü. Sakinim ama şimdi. İzin verirsen yerime geçip parfümümü boca edeceğim üzerime.
Karamsarlık, negatiflik veya kötü düşünme... Ne dersen de adına, bir insanı yiyip bitirebilecek birkaç şeyden biri bu. Yanlış anlaşılmamak için bir kelime bir işlem oynamalı insanlar güzel birliktelikler için. Formüller oluşturmalı birisi kendini feda edip ikisi için de. Kafadan iki canlıyı birbiriyle çarpabilmeli, ortaya bir sanat eseri çıkarabilmeli. Yeri gelmeli kendini onun için pazarlayabilmeli. Yeri gelmeli, bazen geri gelmesini bilmeli. Yüreğine tahtadan bacaklar yapmalı, rüştünü ispatlayana kadar ısınma turları yaptırmalı. Kalbiyle beyni arasında bir jargon oluşturmalı, sevdiğine anlamsız ama duyduğunda dudağının sağ kenarını havaya kaldıracak cümleler etmeli. Boyundan büyük cümlelere özne olarak katmalı, geri kalan tüm nesneleri mahzenlerine hapsetmeli. Biraz gereklilik hallerinden kurtulmalı, kanatlarını kozadan daha çabuk çıkarabilmeli. İnsan sevdiğini anlıyorsa haddinden fazla cesur olmalı.
- Aslında ben düşündüm seni de... Tut ki gelseydim yanına paylaşacak mıydın aklından geçenleri benle? Simitinin susamlarını toplarken ne kadar da dalgındın oysa, gözlerin uykuya yenik düştü düşecekti. Kahve miydi senin gözlerin? Tut ki tuttum kolundan, kaldırdım başını, ne söyleyecektin bana? Ne kadar zamandır benim gelmemi bekliyordun da bu kokunu sürdün benim için? Kurudu içim dışım, karasal iklimlerime makiler ektim, yer yer soğudum. Saçlarımı savurdum sana doğru, belki biraz yankı bulur sen de düşündüklerim diye.
İçteki en acı suların bile bir tadı olabiliyor en güzel uykuya yatınca. Rüyanda gördüğün en güzel yüze en güzel sözleri söyletmek ancak o anlarda güzel olabiliyor. Dalgasız denizler yaratabiliyor, renkli balıkları yüzdürebiliyorsun. Yutkunduğun her an biraz daha tadını alıyorsun ama asla bitmeyeceğini biliyorsun. Göndermediğin tüm mektupları, hitap etmeden ona okuyabiliyorsun. Gözlerinle kalbin arasında bir postacı olabiliyorsun, yorucu olsa da. Sıçrayarak uyanıyorsun sonra yine... Düşlere, masallara bir kez daha lanet ediyorsun. Kırıyorsun tahta elçinin bacaklarını, susturuyorsun ıslığındaki sıcak melodiyi.
- Seni düşündüm de aslında, bir sorunun olmalı kesinlikle. Dişlerin canıma battı birden, tırnakların ruhumu çekti. Eğer bir an kaldırıp başını baksaydın gözlerime, gözlerinin renginden emin olabilirdim. Kahveye çalıyordu eminim ama kahve gibi kokmadığına eminim. Belki biraz taze kesilmiş çimen kokusuydun. Yeşilliğime uyum sağlamak için ıssız kırlarımda otlaşıyordun. Bahara bürünmüştüm ben, yüklemiştim tüm meltemleri sırtıma, savrulan saçlarımı topluyordum en son.
Her masalın bir acı sonu vardır. Ne tatlıdan evler ne de belli bir saatte prenses olan kızlar gerçektir. O tatlıdan evler çoktan devlet arazisine devredildi, yapma prensesler en yakın hizmetliyle evlendirildi. Perilerin bir bir kanatları kırıldı, sihirli değneklerinden rüzgar gülleri yapıldı. Görmeden inandırmamalı kendini hiçbir şeye insan. Rüyadan uyanmasını sağlayacak tüm etkenlere hazır durmalı her zaman insan. Pembe saçlı her kızın elbet bir sevdiği olduğunu unutmaması lazım illa insan. Ellerinin sevdiğinin ellerinde terlediğini görmeye alışık olmalı insan. İnsan dediğin gerçekleri gördüğünde sıçrayıp uykudan uyanabilmeli. Bazen beklemeli insan, susamlarından kafasını kaldırmadan.
- Seni de düşündüm aslında, otobüslerde hep yanlış numaradan bilet alırım çünkü ben de. Cam kenarında daha güzel somurtabiliyor insan. Kahve gözlerinden akan gözyaşlarına muavini ortak etmek istemezsen, başakları izleyebiliyorsun o zaman. Hem de daha sonra hiçbirini tekrar görmeyecek olsan da...
Yolum Seninle
büyüt beni; gözlerinde, ellerinde, yeniden ses oldun sözlerime, gücün saklı içimde...
vursunlar,
ağlamam...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Gogıl
Bunlar da Var
-
Don't Worry, I'm Yours (Jason Mraz vs. Bobby McFerrin vs. Israel Kamakawiwo'ole) by üfük
-
"Ne güzel..." Çok uzun zaman oldu. Fonda ne çaldığından haberim yok ama renkler kesinlikle mora çalıyordu. O gün bitmeyecek ...
-
Sabrımın tükendiği, heyecanımın kaybolduğu nokta, az ileride, sanki annesinin az önce "dokunma buna sakın" dediği vazoyu başarılı ...
-
Birbirilerini dinlemeyen insanları şimdi daha iyi anlıyorum, çünkü hiçbir boka yaramıyor, . Hikmet amcanın haklılığını herkes fark etmişte b...
-
A SHORT LOVE STORY
-
Mondros Mütarakesi'yle belirlenmiştir. Aksi belirtilmediği müddetçe her insanda geçerliliğini sürdürmesi, 3500 yıl süreyle garanti altın...
-
Gözlerimi kapadım, sadece rüzgarın sesi vardı kulaklarımda. Bal gibi kokuyordu sanki etraf, belki biraz da deniz. Zira denizi görmeyeli ne...