Kasım 28, 2010 | By: melankolik melodi

Kopuk

Nerdeyim, hedeflenen bölge değil sanki burası. Üzgünüm Houston görev başarıyla gerçekleştirilemedi. Gerçek mi burası emin de değilim, algılarıma güvenemez oldum. Gerçekleştirmek gerçeğin fiil yapılmış hali miydi? Ahh serap hocam mastar ekleri ne de sevimli değil mi. Senin o eğri burnun olmasa belki daha da dikkatli dinlerdim edebiyat derslerini. Gerçekten. Belki gerçekler başarıyla gerçekleştirilebilirdi . Ha, ne dersin? 


Peki buralara nereden geldim, nerelerden geçtim. Heplerine varabilmek için hiçleri de göze alırdım ben elbet ama bak bir hiçlik içinde ellerim bom boş kaldım öyle. Sürekli adımı yazdığım bir kalem ve buruşuk bir kağıt işte. Bak bu da ünlemi ( ! ) hatırlayabileyim diye senden sonra geriye kimin kaldığını. Acımadı. İçim dağlandı ciğerlerim parçalandı. Heplerimi vermem öyle kolay olmadı ama acımadı. Acıdı sandılar ama yok dedim neyin acısı .hiç acımaz, acımadı da. Hiç, hiç acır mı? Çok mağrur biraz da gurulu gözükürdüm belki ama yok tamamen domuzluğumdandı tepeden bakışım. Aslında bilmediniz hiçbir zaman, bildiremedim, zor da olmadı. 


Yandım, söndüm ve kül oldum. Kavruldum işte yalanlarla, inanmak için aptal olmalıydım sarışın da değildim ama çok güzel sarışın rolü yaptım. Bu kadar aptal olabileceğim kimsenin aklına gelmezdi. Ah o şaşkın bakışlarım, quantum fiziği anlatıyormuş hissi uyandırırdı demi sende. Kendini zeki hissetmen içindi işte. Yoksun, nedenim yok benim . koca bir hiçte varsın. Bakma bana öyle… bunlar yaptıklarının diyeti, acıyan yerler neresi? Dışarı çıkıp sarışın bir yarabandı getirebilirim belki. Dur gitme…Otur ve dinle. Anlatacaklarım uzun, anlatacaklarım hüzün. Hangi göze bakarsan bak bir boşluk göreceksin, çünkü bir hiçsin. Yoksun. Öyle zor geliyor ki heplerimi yitirdin.
Kasım 22, 2010 | By: ufukcel

Intuition

"Farkındasın gideceğimin..." dedi ve ekledi kadın, "gün ışığı bir gün yüzünün bensiz yanına vuracak. Hiçbir şeyden haberin olmayacak ve zaman ansızın duracak."


Güzel bir kasım öğleden sonrasıydı. Hava ne sıcak ne de soğuktu. Kapalı havaları ikisi de sevmezdi ama içlerindeki bulutlar şimdi daha ön plandaydı. İlk gün buluştukları yerde buluşmak için sözleşmişlerdi yine. Her zamanki gibi geç kalacağını biliyordu adamın. Bir gün ondan önce gelecek olsa, o gün bir şeyin mutlaka kötü gideceğine kendisini inandırırdı. Çünkü alışkanlık zincirine inanırdı kadın. Kendini zorladığı tek bir şey bile o çizgiden sapacak olsa zincirin bir anlamının kalmayacağını bilirdi. Her sabah yüzünü yıkamadan önce dişlerini fırçalaması, her gün arabasına binerken yanındaki arabanın plakasına dikkat etmesi, dün gece rüyasında ne gördüğünü, dün akşam ne yemek yediğinden daha fazla düşünmesi hep bundan dolayıydı. Herkes bilirdi ki ne sabahları ağzı kokardı kızıl saçlı kadının ne de obsesif tavırlar sergilerdi olur olmadık zamanlarda. Alışkanlıkları birer hayat çizgisi olup eline kazınmıştı belki de haberi olmadan, bir el perisi tarafından. O adam da onlardan biriydi. Huzurlu bulduğu şeylerin arasına onun kokusunu da katalı çok uzun zaman olmamıştı oysa. Belki birkaç yaprak dökümü mevsimi geçmeliydi bu listeye birinin daha girmesi için. Dişlerini ne zaman bu kadar erken fırçaladığını hatırlamıyordu mesela veya gün boyu gördüğü kırmızı arabaların sayısı da ne zamandır ilgisini çeker olmuştu bilmiyordu. Bir alışkanlığın nedenini araştırmak, onu bırakmaya çalışmaktan daha da saçmaydı belki de zaten. Bir harekete anlam yüklemek veya birisini gözünde çok fazla yüceltmek ona göre değildi. O, yapardı sadece, nedenine aldırmadan.


"Yemin ederim bu sondu." dedi adam, kadının yüzüne bakamadan. Sigarasını kastediyordu. Kadın artık ne sigarası için ne de geç kaldığı dakikalar için ondan özür beklemiyordu oysa. Ne özürlere ne kasıtsız hareketlerin açıklamasına ne de bahanelere gerek vardı onun için. Zira ne zamandır umursamaz olmuştu dışında gelişenleri? Kullanılmak mı yormuştu onu yoksa beyni kendi özürleri, bahaneleri ve neden aradığı saçma hareketleriyle mi doluydu? Bunu bile düşünmek istemiyordu şu an. Her zaman içtiği filtreli kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra adamın elindeki kaleme kitledi gözlerini. Sanki saatlerdir bir şeyler anlatıyordu adam orada ve anlattıklarına elindeki kalemle anlamlar bindiriyordu. Kravatındaki ince halkaları da görünce aklına geçen gün televizyonda gördüğü ciddi tartışma programındaki -şimdi ne olduğunu hatırlamadığı- mavi gömlekli adam geldi. "Hepimiz birer yolcuyuz, gün gelecek akıllarda ettiğimiz yer bir güzel cümle veya o gün üstümüze çok yakıştırılan bir kıyafetten ibaret olacak. Hayatın ortasına ne kadar virgül koyarsan koy, bir gün birisi gelip, üstelik sana hiç de danışmadan, ıssız bir nokta koyacak. İşte o gün yanında olacaklar, kıyafetin dışında senden bir şeyler hatırlayanlar olacak." demişti, kadın televizyon karşısında dalmak üzereyken. Zaten o saatte pazarlama harikası boyalar, yüzyılın buluşları gibi sergilenen mutfak aletleri reklamlarından başka izleyecek bir şey de yoktu. Belini ve boynunu her yattığında ağrıtan, rahatsız ve bir o kadar da kahverengi kanepede uyandığında, gece uyumamakta neden o kadar ısrar ettiğinin bile farkında değildi. Aklından tüm bu gereksiz ve saçma şeyler geçerken gözünün hala adamın elindeki kalemde takılı kaldığını farketti. 


Adamın "Dinlemiyor musun sen beni?" çıkışıyla kendine gelen kadın, kahvesinden son bir yudum daha aldıktan sonra "Kalksam iyi olacak. Vaktin bu kadar geç olduğunun farkında değildim." dedi. Anlattıklarının onun için ne kadar önemli olduğunu belirtmek istercesine lafa giren adam "Ne değişti de böyle olduk?" dedi. Anlam verememişti kadın, adamın bu ani çıkışına. Mavi gömlekli adamın söylediklerini düşünürken aklına mı sızmıştı yoksa? Yok canım, eğer böyle bir yeteneği olsaydı geçen yaz, hayalini kurdukları şehre gittiklerinde fazladan 3-5 km daha dolaştıran koyu tenli, iri yarı taksiciyle tartışmaması gerektiğini birkaç bakışla kolayca anlatabilmiş olurdu ona. Hayatında ona engel olmaya çalıştığı tek olay bu değildi elbette ama ikisinin de haklı olduğu bir konu sonrasında üç gün -tam 72 saat- konuşmadan durmayı başarmışlardı. Yüzüne bakarak, aynı şeyleri düşünerek konuşmamak o zaman da epey koymuştu kadına. 72 saatin sonunda sanki sözleşmiş gibi, her küslükten sonra yaptıkları gibi, birbirlerine bakıp kıkırdamaya başlamışlar ve sarılıp "Hiç bitmeyecek sanmıştım bu sessizlik" demişlerdi. Artık küslükleri ve sonrasında barışmaları bile bir alışkanlıktan öte bir şey değildi. Nasıl olsa birisi dayanamayacak ve ilk adımı atacak, diğeriyse buna karşılık vermenin hazzını yaşayacak ve sihirli cümleyi kuracaktı: "Sonunda bitti!".


"Kafam çok karışık, dalmışım öyle kusura bakma. Ve biraz daha vakit kaybedersem bu kaybettiğim dakikaların hesabını senden soracağım, haberin olsun!" dedi her zamanki gibi üste çıkma girişimleri yapan kadın. Oysa buna genellikle gerek kalmazdı bile. Adam her zaman olduğu gibi ufak tefek laf çarpıtmalar ve surat asmalardan sonra gönül alan taraf olacak ve kadın da buna birkaç naz hareketi ve "bir daha yaparsan cezanı keserim" bakışıyla karşılık verecek, olay kapanacaktı. Ama bu kez bir terslik vardı. Adamın gergin olduğunu geç de olsa farkeden kadın hatalı olduğunu anlayıp "Bir kahve daha içecek zamanım var sanırım." dedi ve suçlu olduğunda takındığı yarım ağız gülümsemesini takındı. Böyle güldüğünde ortada bir sorun olduğu açıktı. Düzeltilmesi gereken bir sorun, birleştirilmesi gereken bir kırık kalp ve zor durumlarda kırılmak üzere sağa sola serpiştirilmiş ağır sözler...Ama yine de ne altın sarısı saçlarına hayran kaldığı platonik lise aşkı ne de her azarından sonra suratını asan babası bu gülüşe karşı çıkabilmişti. Geri çevrilemeyeceğini bildiği kişilere bunu bile kullanmıyordu uzunca bir süredir. Adam da onlardan biriydi. Bir alışkanlıklığından vazgeçtiği için mutlu olması mı gerekirdi bilmiyordu. Zaten şu an yeterince pot kırdığını farketmişti, bir de neyi nasıl yaptığını düşünerek işleri karıştıramazdı.


"Gidiyorum ..." dedi adam, yarım saattir bahsettiği karmaşık ayrılık bahanelerini ve olası (ama aslında hiç de mümkün olmayan) kurtarıcı tedavi şekillerinden bahsettiği olayların hepsini özet geçerek. Elindeki kalemi bırakmıştı artık. Biraz sinirden biraz da hüznünden dolan yeşil gözleri kadının gözlerine kilitlenmişti. Titrek bakışlarla bir cevap beklemediği açıktı. "Keşke bir kez dinlediğine emin olsaydım beni. Keşke biraz da gelecekteki geçmiş zamanıma bu gülüşünle kazınıyor olmasaydın." dedi ve yutkunduğunu gizlemeyerek ekledi: "Hepimiz birer yolcuyuz, noktayı koyacak birisi olmalıydı."


Adamı hep kahverengi deri montuyla hatırlardı hayallerinde. Büyük ağzıyla yüzüne giydirdiği gülücüğün bile kapatamadığı bir ayrıntıydı o deri mont. Şimdi yine üzerindeydi adamın ve artık onun gidişini hatırlatacaktı tüm o hayaller. Boğazından ılık bir şeyler aktığını hissetti. Sanki ciğeri yanıyordu, öksürmek istiyordu ama öksürürse tüm nefesini kaybedecek gibiydi. Hiçbir şey diyemeden baktı adamın arkasından, artık hiç sevmediği ama geçen yaz hayal ettikleri şehre gittiklerinde dillerinden düşürmedikleri şarkı çalarken...



"...
A map is more unreal
Than where you've been
Or how you feel
And it's impossible to tell
How important something was
And what you might have missed out on
And how it might have changed it all


..."


İçinden "Hiç kimseye benzememişti bu gidişin. Yorgunluğumu bir tek sen görebildin." diyebildi ve kahvesinin soğuyunca ne kadar acı olduğunu anladı. Zincirin koptuğundan habersiz, alışkanlıklarına yeni parçalar eklemek için denize bakakaldı. Neresinden tutsa elinde kalacak bir ömür yaprağını koparmış ve artık tükendiğini görmüştü. O yaprak gibi gün gelip solacağını ve mevsiminde düşeceğini hayal ederdi hep oysa. Onu ölürken bugün üzerindekilerle hatırlayacak birisi daha eklenmişti listeye. Koyduğu bu çentik bu kez biraz acıtmıştı. Ama er ya da geç aklına kazıyacaktı birileri, bazen gece yarısı izlediği tartışma programı konuşmacısı, bazen de hiç kırılmaz sandığı zincirinin en önemli halkası: "Hepimiz birer yolcuyuz...".






Kasım 07, 2010 | By: melankolik melodi

Ne Desen İnanırdım

Çok güldüğümde ağlamakla cezalandırılacağımı zannederdim, mutsuzların hakkı olan kahkahaları çalmışım da gözyaşlarımla diyetinin ödeyecekmişim gibi. batıl bir inanıştı işte kayan bir yıldızı gördüğünde gerçekleşmesini istediğin bir dilek tutman gibi. neden güldün ki kaydı mı tüm yıldızlar biz dilek tutamadan. Galiba bu aralar güvendiğim yok benim. Dağlara da kar yağdı.

Çok saftım, senin salaklığınla yarışabilecek derecede. Bilmem ki bu saflıkla nasıl hayatta kaldım, işte bir mucize. Masallarla avutulur, uyutulurdum ben. Çok da severdim. Beynimin afyonu, ilk uyuşturucum. Elmalar çalındı, arkasından ağlıyorum şimdi, dilek hakkım da kalmamış üstelik, kaydı çünki tüm yıldızlar. Ne desen inanırdım. İlk masalcım, babam benim. En büyük yalanı o söyledi. Elimden de kaçtı üstelik balonum, kanayan avuçlarım. Geçti bak acımayacak dedi kapanmış olması acımadığı anlamına gelmez ki. Yalancı çobanım, ilk aşkım.


Çok da sakarım üstelik, hiç ayakta duramadım. Kendi ayaklarıma takılıp düşme özelliğini barındırırım. Bir üst modelimin neler vaat edeceğini bilmiyorum ama çok kullanışlıyım. Kırıp döktüklerim, etrafımdakilerin kalpleri de dahil sakarlığımdan değil, sakarlığım da yok aslında nazardan inanır mısın. Yıldızların konumundan kaynaklanıyor bence. Üstelik kaydılar birer birer dilek bile tutamadım. Hepsi yerlerde galiba bu aralar şansım da yok benim. Sahi ne de bahtsızım şansım olmadı ki hiç benim. Hep suçlu çocuktum gözlerim yerlerde, gökyüzüm yerde sanki…

Bir e-mail adresi girmelisin:

By FeedBurner