Aralık 27, 2010 | By: ufukcel

Coşacağım




yeter ki sen çağla ben coşacağım
Aralık 16, 2010 | By: melankolik melodi

Öğrenilmiş Çaresizlik

Kanlanamayan çürümüş bir organım gibisin, mutluluklarımı iletmiyorsun uzuvlarıma. Kesip atmak istiyorum seni. Yaşamam için yapmam gerek yoksa sevmiyor değilim acıttıklarını. Paslı bir testere bırakmışlar sanki bana. Bu da bir oyun belli. Ama ben oyunlarda hiç başarılı olamadım ki.

Çok beceriksizdim oyunlarda, hiç yenemedim. En zayıf halka olmanın yükünü taşıdım omuzlarımda. Galibiyete sevinemedim, hep ikinci gelenleri sevdim. Çocukluğuma inilseydi şayet anlaşılırdı birincileri sevmememin nedeni elbet. İngilizce öğrenirken en çok da bu konudan nefretten ettim ben. "I can’t"... Sizin –e bildiklelrinizi ben hiç bilemedim, bu yüzden sadece you ya da he/ she de kullandım ben “can” i siz yaparken olurdu ama ben yapamazdım.

Belki öğrenilmiş çaresizlik benimkisi de, kadıköy’de sahaya çıkmaya korkan gs'li futbolcular gibiyim. Hayat, iş,güç ve aşk sahasında formamı giyip maça çıkmaktan korkuyorum ama düdüğü duydum sanki. Maçı başlattı bile beklemeden beni. Kontrataktan bir gol bulabilirim belki.

Kendi kendimle yarışıyorum aslında. kalbim ceza sahasında 9 kusurlu hareketten biri yaptı ve hakem testereyi bana uzattı.
Aralık 10, 2010 | By: ufukcel

Deep



Herkesin bildiği bir öyküden ibaretti aslında her şey. Kağıttan bir sal yapmıştı kendisine ve er ya da geç batacağından emindi. Oysa yüzmeyi severdi. Ne zaman deniz kokusu gelse burnuna, babasıyla balığa gittiği zamanlar gelirdi aklına. Beyninin içinde bir turuncu balık çırpınmaya başlardı, gözlerini açardı ve "Sonunda boğulacaksın sen de, nefesin yetmeyecek!" derdi. Sanki çok gerekliydi şu an...

Hava durumu bültenlerini dinlemekten nefret ederdi adam. Ne zaman tok sesli, beyaz saçlı adamın sesine kulak verse havanın iki gün içerisinde değişeceğini öğrenir, tüm planlarını da ertelemek zorunda kalırdı. Sanki dinlemeyecek olursa her şey onun istediği yönde gidecek gibi gelirdi. Uygun adım marş bir hayatı vardı sonuçta, ya sonuna kadar ömür yoluna ortak olmayı seçenleri sınamaktan vazgeçmeliydi ya da herkesten kendisini soyutlayıp görünmez olmayı başarmalıydı. Her zaman yaptığı gibi, gözlerini kapatıp biraz düşününce, ikincisi daha akla yatkın gibi geldi. Bilim kurgu filmlerini sevmezdi oysa ama kardeşiyle izlemeye bayılırdı. Hayrandı herkes gibi o da kardeşine. Birlikte yaptıkları şeyleri düşünmek gurur verirdi ona. Gözünün önüne bir portre yerleştirir, sabaha kadar birlikte geçirdikleri o sıradan anı tekrar tekrar yaşardı.

Mavi gözlü, zeki çocuk... Hep bir adım önde olmuştu abisinden. Herkes ona imrenirdi, herkes onun gibi olmak isterdi, herkes çocuğunu ona benzetmek için uğraşırdı. Oysa o, abisine hayrandı. Tek idolü oydu hayatında. Kimsenin dediklerine kulak asmasa da onun sözleri emir gibi gelirdi. Uzun zamandır uzattığı, lüle lüle sarı saçlarını kestirmeyi de abisinin sözüyle başarmıştı, sevdiği kızın peşinden gitmemeyi de... Bu durumdan haberdar olan çok az kişi varken mutlu olan tek kişi vardı; o da mavi gözlü çocuğun ta kendisiydi. Abisinin her yaptığını hayran hayran izler, sanki bir daha bu anı yaşayamayacaklarmış gibi hepsini aklına kazırdı. Ama her şeyden öte, abisi onun tek gerçek arkadaşıydı. Yıllar sonra gizli gizli bir günlük tuttuğunu sadece abisine söyleyecekti mesela, hem de o gün bile dalga geçeceğini bilse bile. Ailesinde denizden korkan tek kişinin kendisi olduğu itirafını da yine çekinmeden sadece abisine yapabilecekti. Kırılan camların tek görgü tanığı, dolaptan aşırılan son yemeğin suçlusu, gizli gizli harcanan yalan yanlış harçlığın son ortakçısı olmasına rağmen abisinin yanında kalmayı tercih etmişti hep.

Anıları o kadar büyümüştü ki adamın, bırak kardeşiyle olanları, günlerdir ona ulaşmaya çalışan sevgilisiyle arasında olanları bile düşünmeye yer kalmamıştı kafasında. Zira, ne kadar zamandır bu deniz kıyısı çay bahçesinde oturmuş, boş gözlerle hiç okumaya başlayamadığı best-seller kitabın ilk sayfasına bakıyordu? Kendisinin boş tavırlarını izleyen olabileceğini düşünmeden kafasını kaldırdı ve gördüğü şeyin anımsattıklarını aklına getirdi. Birçok kişi için çok basit bir ayrıntıydı belki ya da hiçbir önemi olmayan bir obje... Ama onun için anlamı büyüktü. Cebinden ne kadar zamandır çıkarmadığını bilmediği kibrit kutusuna baktı. Üzerindeki resim ona zamanda yolculuğun formülünü açıklar gibiydi. Kardeşiyle ilk kez sigara içtikleri o an geldi aklına. Yaşamın onlara sunduğu birçok iyilik vardı. İyi bir ebeveyne, başkalarının sadece hayallerini süsleyecek kadar çok oyuncağa, istemedikleri kadar paraya sahiplerdi. Ama adam o zamanlarda bile bir şeylerin farklı olması için uğraşırdı. Hayatında eksik olan bir şeyler vardı ve onu bulana kadar uğraşacaktı. Onlarca sevgilisi oldu, yaşıtları daha bir kızın elini bile tutmamışken; insanların başkasına göstermeye kıyamadığı pahalı oyuncakları vardı, arkadaşları henüz parklarda kum havuzunda oynarken; rüzgarı saçlarında hissettiği kan kırmızı arabası vardı, en yakınındakiler onun hızlı düşüşünü izlerken... Kendine nasıl zarar vereceğini iyi biliyordu ama bunu neden yaptığından en ufak bir bilgisi dahi yoktu. Belki biraz merak, biraz da marjinallik... Ama doğruya doğru hiçbir zaman kardeşini buna ortak etmek istememişti. Yaktıkları tencerelerin, bozdukları oyuncakların, yedikleri tüm haltların sorumluluğunu üstüne alırdı ama bu biraz ağır gelirdi, ona bile. İlk kez içmiyordu sigarayı ama kardeşinin de yanında içtiğini görmek zor olacaktı. O kibrit bugünden hatıraydı adama. Aralarında sakladıkları bir sır gibiydi bu. Oysa herkes adamın ne kadar çok sigara içtiğini bilirdi. Ama kardeşinin küçük oyununu sadece o biliyordu.

"Büyüdüm artık, kendi paramı bile kazanmaya başlayacağım pek yakında." demişti mavi gözlü çocuk, o çatı katında iki büklüm oturmaktan bacakları ağrımış, büyüdüğünü duymaktan bıkmış adama. Herkes bu kadar adil ve açık sözlü olmak zorunda mıydı? Yani büyümek bacaklarının ağrısını hafifletecek bir şey miydi? Ya da nasıl olursa olsun fenerin ışığı gözüne tutulmuş gibi kaçan kediler gibi kaçmak zorunda mıydı her şeyden bu lafları her duyduğunda? Aklını oynatacak gibi hissediyordu. Kimsenin büyüdüğü falan yoktu ve hala saklayacak sırları, gözlerini kapattığında burnuna gelecek çocukluk kokuları vardı hayalinde. Korkular belki de... Bir kez daha duyamayacağını sandığı kokuların korkusu...

Her ölüm erkendir ama veda edilmeden olanı daha da acizce ve gurursuzcadır. Hakkında hiçbir şey bilmediği bir tanrının hakkında saçma hükümler vermesine hiçbir zaman anlam verememişti zaten. Biraz anlayış, belki biraz da sabır bekliyordu ama hala ondan. Kimseyi yanına almak için katı kurallar koymasına gerek yoktu. Zamanı gelmiş nice duygularını dışavurmayı ertelemeyi bilmişti bu zamana kadar ama artık çok zavallı hissediyordu kendini. İsyan edeceği kişi, şey, onu duymaktan çok uzaktaydı. Eğer duyacak olsaydı denizin üzerine yemin eder, biraz daha mertçe bir oyun ve daha mutlu bir son için savaşacağını söylerdi büyük adama. Kusursuz değildi kimse farkındaydı ama biraz daha az kusurluları yanına çekerek hile yaptığını düşünüyordu tanrının. Genel geçer bir kanunu mu vardı doğanın? Yoksa her şey bir anda mı oluyordu? "Yani şu an sana isyan ettiğimi duysan, bu lanet dünyada daha fazla yaşamam için hayatıma süre mi ekleyeceksin?" diye düşündü adam. Ama bir sonuca varamayacağını biliyordu.

Haberini aldığında daha 25'indeydi. Bir ölüm için en dengesiz yaş yani. Bir insanın hayatından çıkması için en saçma yaş. Üzerinden koca bir tırın geçmesi için daha çok yok muydu? Kesinlikler bu dünyaya ait değil miydi yani? Herkes birer tesadüfün eseri ve herkes kendi içinde birer küçük patlamanın kalıntısı mıydı? Mavi gözlerin hayatından eksilmesi için en azından biraz daha süre geçmesi gerekmez miydi? Yani garip bir sıralama bile olsa hayatını mahveden, her şeyden iğrenen kendisi değil miydi? Sanki bu kez saçmalamıştı büyük adam... Yukarıdan bakıp bakıp şu an adamın bu haline güldüğüne de emindi. Ama kaçamıyordu işte... Her ölümü, her kararı sorgulayacak kadar güçlü birisi değildi hala. Bir çift göz hatrına bile erkekliğini koyamıyordu tanrının önüne işte.

Hiç okumayacağı kitabından kafasını tekrar kaldırdı. Karşısındaki masadaki uzun boylu, mavi kravatlı erkeğin bir kadına söylediklerini duydu. Kadının hiç umrunda değil gibiydi söylenenler. Sanki o da bir hayal aleminden gelecek kara haberlerin son dakika gelişmelerini alıyor gibiydi. Herkes tercihlerine göre biraz yalnız, biraz rahatsızdı. Olması gerekenlerin hiçbir zaman tam zamanında olamayacağından herkes haberdardı. Ve o kadar ki, hepsi de bu olan bitene gülerek bakabiliyorlardı. Sanki biraz sonra kıyamet kopacak ve hepsi kahkahalardan ölecekti...


Anathema - Deep

Bir e-mail adresi girmelisin:

By FeedBurner