Şubat 26, 2011 | By: ufukcel

Say Goodbye


Uyduruktan bir dünya işte. Bir gün varsın, sonra hiç olmamışsın bile. Kuyruklu birer yalanız hepimiz. Felsefesinde değilim işin, ne sen ne de ben emin olabiliyoruz kendimizden. Bırakamıyoruz sıkı sıkıya tuttuğumuz iplerin ucunu yalnızca işte. Ellerimizden kaçacak olsalar yaralayacaklar başkalarını sanki. Aklımızı sürüklemedikleri yer kalmamış oysa. Çekmiş, tutmuş, en ücra köşesinde bırakmış hiç de haketmediğimiz bir yüreğin ortasına. Sorun ne?




Kaç kişisiniz siz allah aşkına? Gereğinden fazla kalabalık değil mi burası? Kaç milyar insan daha sığabilir bir insanın kalbine? Ciğerlerim nefes alamıyor. Nefesim daralıyor. Kollarım, bacaklarım kendini bıraktı bırakacak. Bir bitmez denilen öykünün daha sonuna geldik. Okumaktan bıkmadınız mı hala sayfalar dolusu gözyaşlarımı gördünüz de? Hiç mi acımanız yoktu binerken üst üste sırtıma? Korkmayın, sarkar bir fasülye sırığı daha bulutlardan aşağıya. Gerçek dünyalarınıza gidersiniz birer birer, bir devin daha bedeni yavaş yavaş çürümeye başlamışken. Korkmayın, elbet onun da bir talibi bulunur. Yok olmaya yüz tutmuş bedenini bile birkaç milyon kurda bağışlayabilir kolayca. Yüzündeki duygusuz ifadeye aldırmayın, en huzurlu anını yaşıyor o şimdi. Kulaklarına en sevdiği şarkısı mırıldanıyor. Elleri hala sıcak...


Gıyabımda cenaze namazları kılın kendi dünyalarınızda sonra. Ben tamamen içlerinizden gittikten sonra... Ne bir dua edin ne de hatıralarınızda saklayın sonra. Bırakın en dipte kalmış cümlelerinizde beni. Aklınıza bir kez daha getirmeye çalışmayın hatırlayamadığınız ismimi. Tek bir işaret bile koymayın mezarımın olduğu yere. Hatta savurun küllerimi yüzyıllar önce kurumuş bir dere yatağına doğru. Toprağa kavuşmanın sevincini sizsiz yaşamaktan yanayım. Varsın kendi cehennemimde son kez böyle yanayım. Felsefesinde değilim işin, sen ya da ben hiçbir zaman anlayamayacağız farkını iki ıssız cehennemin.


Ama bakın son kez gözlerime. Bana neler yaşattığınızı anlayın. Gözlerimden az sonra son sürat akacak, hayatımı konu alan film şeridine bir göz atın. Bakın ne kadar da çok ses çıkarmışsınız sessiz filmimde. Bakın ne kadar da figüran bırakmışsınız beni kendi filmimde. Bakın ne kadar da hakimsiniz tüm rollere. Bakın, beni görebildiğinize emin misiniz gözlerimin içinde? Gözlerimden akan son damlaya aldırmayın ama. Size ait değil onlar. Sakın ha üstünüze de alınmayın. Sizin için akmıyorlar. İçlerinizden en safları  ayırmayı başaramadım. Hepinizi terketmezsem öleceğimi farkettim. Aksini yaparak bile ölmeyi başardım.


Kimseye bir faydası yok işte. Rüştümü belli ettim sizlere. İçimden kopardım attım hepinizi. Çıplak ayaklarla üstlerinizden geçtim. Uzayın sonundaki restoranda terkettim sizleri işte. Topraklar serptim üstlerinize. Başucuma yerleştirdim hepinizi. Hep gözümün önünde olasınız diye. Gidebileceğinize, gittiğinize uzun süre inanmak zor oldu ama yaptım işte. Sonunda içimi öldürmeyi başardım. Öldük işte. Öldünüz işte. Ölüyorum işte, tam istediğiniz gibi... Ne değişti?


Houston görev başarıyla tamamlandı! Mavi kabloyu kestim ve tüm dünyamı havaya uçurdum. Artık bir sonraki göktaşının bize çarpmasına gerek kalmadı. Yörüngemi bildiriyorum Houston... Nasıl geri döneceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Kötü bir şey mi yaptım? Nasıl sil baştan kuracağım burayı? Houston, we've a problem! Korkmaya başladım yaptığım, yapamadığım şeylerden. Hiçbir şeyi beceremedim değil mi? Kendimi yok etmeyi başarmış olmalıyım sadece. Tükeniyorum Houston... Doğru olan ne karar veremiyorum bir türlü. Ve her şey için çok geç kaldığımın farkındayım. Artık çok daha yalnız hissediyorum kendimi.


Bırakın, eziyet etmeyelim birbirimize. Yakamdan tuttuğunuz, paçamdan çekiştirdiğiniz ellerinizi kirletmeyin daha fazla. Gölgelerinizi size bırakıyorum. Kokularınızı da öyle... Hatta tüm kimliklerinizi size veriyorum. Artık istediğiniz kişi olabilirsiniz. Ne bana ne de kendinize borçlu olmanıza gerek kalmadı bundan böyle, bakın. Hayatımdaki tutkal göreviniz sona erdi. Artık bin parçaya bölünebilirim gönül rahatlığıyla. Yok olan parçalarıma aldırmadan bir bir yeni benler yaratabilirim. Kendi trajedilerini yaratmalarına müsaade eder, oyunlarının ortasında haberleri olmadan onlara müdahale ederim.


Rahatsız bir adamım ben. Her ne kadar sevdiyseniz beni, o kadar kendinize verin şimdi. Aldatmayın ne beni ne de kendinizi artık daha fazla. Kalmasın aklınız, üzülmesin kalbiniz... İçim kapkara olsa bile artık size ihtiyacım kalmadığını anlayabiliyorum. Verdiğiniz hayat öpücüğü için minnettarım size. Yeni bir insan oluşturmakta üzerinize tanımadım. Hatalarımı acımadan yüzüme vurduğunuz için teşekkürler; güzel uykumdan uyandırdığınız için beni. İyi uykular...



Theory of a Deadman - Say Goodbye by ceressa
Şubat 24, 2011 | By: ufukcel

I Wish It Would Rain Down

(İlk öykü için: Here Comes The Rain Again)




Beynim allak bullak. Sanki kendi içime bile duyuramadığım isimsiz, boş cümleler var dilimde. Az sonra olacakları adım gibi biliyorum. Deliriyorum... Hayat ve rüya, hayat bir rüya, rüyamdan bir kez daha kendi çimdiğimle uyanıyorum. Bazen karıştırıyorum ikisini birbirine. Sanki çok farklılar birbirlerinden. Labirentimsi odalarımda ağırlıyorum sana ait hücrelerimi. Bazen öylesine dolu oluyor ki patlayacakmış gibi hissediyorum. Elimde değil ama... Her pare kalp atışında sesini duyuyorum tekrar tekrar. Rahat vermiyor beynimde yankılanan sesin. Yuvarlanıyorum sonra ağırlığına kendimi bırakıp. Sözüm bitiyor, nefesim tükeniyor, senleşiyorum o an. Kime uzadığını bilmediğim görgüsüz, ukala, şımarık, kıymetsiz ve ucube cümleler bırakıyorum benden yadigar. Sana hiçbir zaman ulaşmayacak...




Hoşgeldin... Tam senden söz ediyorduk biz de. Gelemeyeceğini düşünüp çayın altını kısmaya karar vermiştik. Yiyemeyeceğin kekleri komşulara dağıttık. Göremeyeceğin yüzleri yenileriyle değiştirdik. Konuşmaya çalıştığımız tüm konuları unuttuk, cümlelerimizi kısalttık, öznelerimizin yönünü belli ettik. Gözlerimiz halıdaki deseni inceliyor uzun bir süredir. Birbirimize bakıp da anımızı kısaltmak istemiyoruz. Seni beklerken boğazımıza oturan tüm kelimeleri çıkarmaya çalıştık. Birçoğunda başarılı olamadık ama bunlar sana sıkıntı yaratmayacak, söz veriyoruz. Madem'lerden, keşke'lerden, sanki'lerden uzak durmaya başladık. Hepsi birer yabancı tamamlayıcı ne de olsa. Ne geçmişimizde yaşadıklarımıza üzülüyoruz artık ne de gelecekte yaşayacaklarımıza gizli anksiyete bozuklukları saklıyoruz. Saha ve hava şartlarımız birlikte bir ömür geçirmek için oldukça müsait. Tek eksik olan sensin. Sendin...


Böyle olmamalıydı... Tam olarak rüyalarımı süslediğin şekilde gelmemeliydin yani bana. Biraz eksikliğini hissetmeliydim mesela. 'Nerede kaldı artık, gelmesi gerek' demeliydim. Boş dört duvarıma cevapsız sorular sormalı, hakkımda hiçbir şey bilmeyen insanlara seni defalarca kez gördüğümü anlatmalıydım. Yoldan geçenlere, 'sen olabilir misin acaba' diye bakmalı, senin sesin sandığım telefonları daha heyecanla açmalıydım. Diğerlerine ait her ayrılık haberini duyduğumda, bizim aslında hiç birleşmediğimizi aklıma getirip derinlerden bir "iyi ki" çekmeliydim. Ellerimi her gece bir kez de senin için yukarıya kaldırmalıydım, hiç değilse bir kez görebileceğim için inandığım tanrıya şükretmek için. Kadehimi de senin için kaldırmam gerekirdi, sadece güzel bakışının şerefi için.


Kozmik dalgalanmalar yaşayabilirdim her gece senle birlikte mesela. Ya sen de beni düşünürsen bir kez bile olsa o an? Aklımı kaybedecek gibi olurdum, yastığıma bir öpücük daha kondurur, ne kadar sarhoş olduğumu unuturdum. Hayatımdan griyi defeder, senin renklerini işlerdim her bir kareme. Bir asırlık düşüncelerimi bir kenara bırakır, yeni sayfalara doğru yol alırdım. Kısmi doğrularımdan vazgeçer, emin olduğum tek şeyi sevmeye devam ederdim.


Ama şimdi son sürat geliyorum sana doğru. Şimdi doğru zaman, artık biliyorum. Sana ait bir şeyler var bende, biliyorum. Kuluçkaya yatmış kalbimin eseri sendin, ağzımdaki güzel tadın sebebi de sen. Kollarım tam seni saracak uzunlukta, nefesim sana yetecek ferahlıkta, gözlerim sadece sana bakacak miyoplukta. Yağmur bizim için yağıyor, kuraklığım senle bitiyor. Takat katıyorsun dizlerime. Senin için geliyorum, sana doğru...


Sahi kimsin sen?

06 I Wish It Would Rain Down by ceressa
Şubat 20, 2011 | By: ufukcel

Dead Bird

Uysal bir dengesizlik var içimde. Mavi bir kuş içimde çırpınıyor ve her geçen gün benden bir parça alıyor. Sanki hapsetmişim bir şeyleri, sanki kendi elimle yüreğime setler çekmişim... Takatsiz kalana kadar düşünmekten kendimi alamıyorum. Sanki beynime, hür irademle ötenazi uyguluyorum ve her hücremin gırtlağını sıkarak tek tek nefessiz bırakıyorum. Yapılacak listemin en üst sırasına biraz nefret, biraz öfke sözcükleri öğrenmeyi yerleştiriyorum. Başarılı olursam bunları ilk önce kendi üzerimde test etmek istiyorum.


Her şey olması gerektiği gibiydi başından bu yana. Uyku girmeyen gözlerimden de, boğazımı sıkan ellerinden de, sinsice içime doğan kokundan da seni sorumlu tutamazdım. Eğer bir yola girmişsem tüm yokuşlara, engellere, gidişlere, tekrarlara, sebeplere, sebepsiz yok oluşlara, tekrarlara, tekrarlara... Alışmak zorundaydı en kötüsüne bile. Yüzümdeki ekşimeyi yolda gördüğüm ölü kuşa yoruyordum ama aslında açıkça kendimden bile kaçmaya çalıştığımı biliyordum. Kendim hakkında tek kelime bile bilmediğime emindim. Tutanaklarımın hepsini kaybetmeyi göze alarak çıkmıştım yola ve şimdi elimde kalan tek şey öznesi belli olmayan, devrik cümlelerdi. En başıdan beri... Gerektiği gibi...


"Hayır! Yormuyor beni varlığın. Sadece yavaş yavaş ölmeye başladım ben. Ama korkma, korkmuyorum çünkü ben. İsterdim belki... Bir anda toz olmayı, şah damarımdan fışkıran kanla birlikte. Sanki hiç varolmamışım, kimsenin hayatına tutunmamışım gibi. Hayır! Üzmüyor beni gidişin. Nasıl olsa bir gün birimiz daha erken gidecek, kalanımız üzülecekti. Sakınmadım bu gerçeği ikimizden de ama daha vaktimiz var sanıyordum. Rutubetli cümleler var aklımda, sana hiçbir zaman ulaşmayacak. Hayır! Gitmiyorum hiçbir yere. Buradayım bak hala. Bölünmedi kalbim henüz yarıya. Hala yutkundukça tadın geliyor damağıma. Uyuyorum sen yokken, bazen yıllarca. Döndürmüyor yolumdan en kara kabus bile. Açarsam gözlerimi, yüzünü unuturum sanıyorum. Hayır! Dünyanın o kadar güzel bir yer olmadığını ben de biliyorum. Birkaç gereksiz ayrıntısı dışında her şeyini biliyorum beni bekleyen kazanların. Gözle görülür bir etki bırakır diye umuyorum yalanlarım, tercihlerim, bırakışlarım, yok saymalarım, vazgeçişlerim... Kendime getirecek birkaç ufak cehennem azabı belki?"


Yorulmaya başladım. Yalanlar söyledim sana. Gözlerimi kapattığımda gördüğüm yüzün yerini başkaları aldı. Tutunduğum tek dalın sen olmadığını anladım. Geç kaldığımın farkına vardım birçok şeyin. Kızdım kendime, boşa kürek çekmelerimden usandığımı anladım. Tam şurama oturmuş bir yumruk... Cümlelerimi yemiş her geçen gün. Elin bana uzun zaman önce sıcak gelmemeye başlamıştı. Hangi öykümü tamamlamaya çalışıyordum ki zira ben? Güneşli bir gün mü bekliyordum fırtına çatımızı alıp götürmüşken? Doğa olaylarına saygımı kaybetmiştim uzun süre önce, haklısın. Ondandır her yağmur yağdığında artık toprağın kokusunu alamayışım. Sen gelmiyor artık burnuma topraktan. Sahi, ölünce toprağa karışıyor mu kokun? Yoksa o bile ortak etmiyor mu kendine?


Ölüyorsun her geçen gün. Yok ediyorsun kendini, bana rağmen. Tamamen bittiğinde bir şeylerin değişebileceğine inanıyorsun. Çünkü artık denemediğin sadece bu kaldı. Denemeye cesaret edemediğini en sona saklıyorsun. Son bir tepki bekliyorsun, git artık dememi istiyorsun.


Yalanlarımı biriktirmeye devam ediyorum sana doğru. Upuzun bir liste yapıyorum. Bulamıyorum uygun sözcükleri ama cümlelerimden artık çekip gitmeni istiyorum. Artık kendi günahlarımla savaşmak istiyorum. Ne başkasına can, ne de kendime set olmak istiyorum. Git artık. Kapkara içimden git artık. Yüzümdeki ekşi ifadenin suçlusu sensin. Ne zaman gitmeyi seçersen seç, artık benim için arkamda bıraktığım yolun kenarındaki o ölü mavi kuşsun. Gözümdeki son hatıran da siliniyor... Gözlerimi açtığımda yüzünü unutmuş olacağım. İyi uykular...
Şubat 19, 2011 | By: melankolik melodi

Beautiful Nightmare Nights

Mutluluktan ölmek istiyorum ben. Hayal ettiğim ölüm şekli böyle geçsin kayıtlara. Pasif, agresif yrn kulunuz mutluluktan ölmek istiyor. Senin mutluluğun, benim mutluluğum ya da onun mutluluğu farketmez. Mutluluktan ölelim. Ne çıkar ki hem güzel bir anda ölsek? Başkaları üzülse sonra (hani belki üzülen bulursak) ne de güzel ironik olmaz mıydı? Bir kere de gerçekten gülsem ya ben... Yorulmasam sonra, bıkmasam mesela. Huzur olsa elimi attığım yerde. Hemen bulsam onu komodinimin üzerinde. Fiillerimde de istek kipi olmasa... Çok mu zor yatağıma günün herhangi bir saatinde yattığımda eklemlerim haykırırcasına ağrımasa? Bu yaşımda (ki pek de yaşlı sayılmam, yıl itibariyle 24'üm ama daha doldurmadım siz yıllara aldanmayın) içime bir ihtiyar kaçmışcasına hayattan yılmış olmsam. 'Kişinin yaşlandığını anladığı an' şeklindeki cümlelere beylik laflarla yorumlar yapmasam. Deli, uçarı ve kaçarı olsam, çapkın olsam mesela. Gönlüm ona kayarmış gibi yapıp buna kaysa. Mevcut olarak bulundurduğum ve ortaya koymuş olduğum kişiliğimden sıyrılsam, bambaşka bir kişiliğim olsa. Hiç kimse beni tanıyamasa, herkes göt olsa. Nefret ettiklerim gibi olsam sonra (acaba onlar gibi olamadığım için mi nefret ediyorum ben onlardan, bak aklıma takıldı şimdi). Vicdanımı söküp atsam sonra. Gaddar olsam, herkes benden korksa. güzel olsam, çok güzel olsam. Bodur değil de uzun boylu olsam mesela. Hayat bayram olsa, gökten elma değil de armut düşse konuyla alakası olmayanların kafalarına. Ben sen olsam, sen de ben... Anlasan ben olmanın ne kadar boktan bir durum olduğunu da yardım etsen bana (ya senin durumun daha kötüyse, benden daha iyi olan birinin yerine geçmek isterim belirteyim). Öyle işte daha sonra bu yazıyı da zorla sildirtmek istemeyecek cesaretim olsa da, pişmanlık duymasam. Okuyabilsem bunları utanmadan.
Şubat 15, 2011 | By: ufukcel

Hearts a Mess


Yazmam için zorluyor bir güç. Direniyorum, görmezden geliyorum, sakınıyorum... İçimi karartıyor kurduğum her cümle. Cümlelerime özne yaptığım her kişi bir bıçak darbesi yaralıyor. Devriliyor cümlelerim, yüklemlerim söz dinlemiyor. Nesnelerim kendine yol çizmiş, hepsi kendine özgü, kendi yolunda...

Uyuduğumda gittiğim dünyayı, girdiğim deliği sevemiyorum. Bomboş bir beyazlık. Veya bembeyaz bir boşluk. Beyaz da boşluk da körlük demek. Renkleri ayırt edemiyorum, sesler kulağımda çınlıyor, arkamdan seslenenleri duymaya zaten niyetim yok. Aklıma mukayyet olacak tek bir can arıyorum. Korumasız kaldığımı hissediyorum. Belki biraz üşüyorum, biraz da korkuyorum. Sonra gözümü açıyorum, hepsi geçiyor.

Eskiden adını sanını duymadığım ülkelerde gezerdim, gözlerimi kapattığımda. Tanımadığım insanlarla kendi dillerinde konuşur, yaralı hayatlarına yamalar sarardım. Sözlerin anlamının kalmadığını anlatacak o kelime ağızdan ilk çıktığında kaçmaya başlardım. Terkedilen bir sandal bulur, oluk oluk akan kanın içinde ait olduğum yere doğru kürek çekerdim. Hep arkama bakarak kaçmam bundan yadigâr. Asla gidemediğim yerler de yırtılmış haritamdan...

Duygularımı zamansız bir tetanosa kurban vereli çok oldu. Yüreğime kör bir Eros'un paslı bir oku isabet etti, her şeyi bir anda tuzla buz etti ama yaşamama da izin verdi. Nefesimin güçleştiğini, kalbimin zorlandığını aklıma her getirdiğimde biraz daha soktum içime. Eğer üstüne gitmezsem o an öldürecek sanardım. Yaşamaya alışmaya çalışmak, onla, evrimim olmuştu. Tarifi yok. Bana özel bir yaşam formu, kendi yarattığım bir canavar, yapay bir tatlandırıcı, kulağımda çınlayan çizilmiş bir plak sesi... Sonra gözümü açtığımda, hepsi geçiyordu.

Kendimle barışımı keseli çok oldu. Kangrenli kolumu kesip atmaktansa üstüne yükler bindirdim. Yutkunamadığım lafların tümünü beynime kazıdım, her yalnız kaldığımda hücrelerimi en acıtacak kelimelerle besledim. Boğazıma takılan virgüllere, uykumdan eden ünlemlere, yüreğime ağır gelen üç noktalara aldırmadan yer yer Pinokyo'yu, yer yer Geppetto usta'yı oynadım. Sonuçta ikisi de birer piyondu. Tahta bir kalp ile tahta bir vücut arasında pek de fark yoktu.

Gözlerimi kapattığımda karşıma çıkan gölgelerden usandığımı farketmemin üzerinden çok geçmedi. Belki biraz duygu sömürüsü, biraz korkaklık, biraz bitkinlik, biraz kırgınlık... Korkuyordum üzerime gelenlerden. Ya yapışırlarsa da hiç bırakmazlarsa kapalı gözlerimi? Ya gerçekle rüyamın arasına dinamitler atacak olurlarsa? Ya beyazlarımı kendi gölgeleriyle karartacak olurlarsa? İşime gelir miydi? Körlüğüm hiçbir zaman geçmeyecekti nasıl olsa. Aklıma kazıdığım listeden bir şarkı seçerdim o zaman, bitene kadar mırıldanırdım, söylenmesi en zor olan yerde sözü yarım bırakırdım. Kendini bile zor taşıyan dizlerimin bağlarının çözülmesine izin verirdim. Yüz üstü düşüp burnumda kan kokusunu alana kadar şarkıyı söylemeye devam ederdim. Şarkı bittiğinde belki her şey daha beyaz olurdu.

Nasıl olsa gözümü açınca hepsi geçmiş olacaktı...



Gotye - 'Hearts a Mess' by ceressa

Bir e-mail adresi girmelisin:

By FeedBurner