Temmuz 07, 2011 | By: ufukcel

Blind Man's Buff

Kurma kolu kayıp bir hayatı teslim ettim ellerine. Nasıl istersen öyle çalışsın kalbim, nasıl istersen o yöne baksın gözlerim, ne dersen onu konuşsun dilim, nereyi gösterirsen oraya gitsin ayaklarım... Kapattım gözlerimi, tuttum ellerinden son kez, etrafımda üç tur attım, gözlerimi açtığımda karşımda değildin. İnsanın kendini karanlıktan birden kurtarması zor oluyormuş. Elini tutmadığımda, nefesini duyamayacağımı anladım. Birden kulağımdaki şarkı sustu. Biraz başım döndü, sonra da dudağımdaki son gülüş emaresi söndü. Nefesimi tuttum son kez, vermeyeyim diye içimdeki kokunu. Gidişini bile izleyemedim, hayatımı ucuz filmler yayınlayan paralı yayınlara soktum. Sonra yutkundum, yoktu tadın. İnsan bu kadar çabuk kaybolabilir mi birinin hayatından?


"Neyse" dedi kadın, "her şey çok güzeldi hiç değilse.". Cümlesindeki kırgınlık değildi. Ama bi şeyler eksikti veya bir şeyler haddinden fazla çoğalmıştı birden. 'Hİç değilse yaşanan şeyler'in farkındaydı adam. Hepsini onu gördüğü andan itibaren not ediyordu. Hayatındaki beyaz sayfayı maviye boyamıştı bir süreliğine, eline aldığı en güzel kalemiyle buruşturulup atılmaya mahkum yazılar yazmıştı sonra. Herhangi birine göndermeyeceği ama sürekli aynı kişiye hitap ettiği mektupları zarflarına özenle yerleştirmişti. Kuma yazdığı bir isim gibi dalganın gelip götüreceği duygularını adına esir etmişti. Sonra nasıl olsa uyandırılacaktı. Hayalinin en güzel yerinde çalan alarmları çoktu bu hayatta. Duygularının başkaları tarafından önemsenmesine de gerek yoktu mesela. Onun anlattıkları, en heyecanlı yayının arasında giren ve kimsenin iplemediği saçma reklamlar gibiydi. Yüklemleri gereksiz, özneleri gizli, cümleleri de devrikti mütemadiyen. Anlamak için kimsenin dinlemediğini farkettiğinde ne kadar ileriye gittiğinin, geride neler bıraktığının, neler için savaştığının farkına vardı. 'Hiç değilse yaşanan şeyler'in toplamı 'keşke yaşasaydık diyeceği şeyler'den biraz eksikti. Sonra uyudu, uyandı, yine unuttu, yine aşık oldu ve tekrar uyandı.


Kırmızı bir araba ortak oldu sessizliklerine. Bir de arabanın savurduğu çakıl taşları. Az evvel uyanmış gibi kısık kısık gözlerle bakıyordu adam, kadına. "Biliyordum" dedi ve yutkundu adam, "olmayacağından adım gibi emindim. Tüm romanımızı yazmıştım ben parça parça. Birkaçı senin aldırmaz sözlerinden oluşuyordu. Arada üzüyordum seni. Yüzüne vuruyordum seni ne kadar sevmediğimi.  Yalan söylüyordum, kaçıyordum, yüzleşiyordum, korkuyordum, geri geliyordum. Gerçek hayatta yapamadığım ne varsa orada yapıyordum. Sonunda bilim kurguya saran bir aşk öyküsü çıkıyordu ortaya. Ben uzaylı cyborg, sen hanımeli toplayan kurabiyeci kız. Ben dünyanın uydusu, sen galaksideki yalnız gezegen. Ben günebakan, sen gündüzsefası. Ben kuzgun, sen kumru. Hayalgücümün en ucu...


"Gözlerim karardı" dedi kadın, "tut ellerimi.". Buz gibi soğuk ellerine ilk dokunduğu an geldi aklına. Dünya aslına bakarsan çok karanlık bir yerdi insanlar için. Güneş görmemiş insanlarla ve güneş yiyen çingenelerle doluydu. Tutunacakları dallar tek tek kesilmiş, damları başlarının üzerinden alınmış, yollarına çiviler dizilmişti. Herkesin yüreği buz kesmişti, onlar da ellerine yansıtıyorlardı. Hepsi ucuz birer açık hava deposu, hepsi birer buzu fazla kaçmış fast food kolasıydı. Renkleri ayırt edemiyorlardı, yollarını belli edemiyorlardı, ışığı tarif edemiyorlardı ve dillerindeki sözcükleri yumuşatamıyorlardı. Korkmuyorlardı, sıkılmıyorlardı ve ışığa hiç de hasretmiş gibi durmuyorlardı. Ne gelecek dünya dışı varlıklar ısıtabilirdi yüreklerini ne de yalancı masalları. Birbirine kilometrelerce uzaktaki ellerini birbirine sürtünce çıkan sıcaklıktan ürper, yalnız kalmayı tercih ederlerdi. Yalandı ellerini tutmak istemesi. Çok şeyin değiştiğini belli etmek istercesine, kanın beyninden ellerine indiği anı beklemek gerekmişti. Dünya hala herkes için çok karanlıktı.


Hiçbir şey demeden gitti adam. Uykusundan yeni uyanmış gibi kısık gözlerini bitmek bilmeyen yola dikti. Arkasına baktığında pişman olacağını bildiğinden tek bir kez dönmedi. 'Hiç değilse yaşanan şeyler'i, 'olması gereken şeyler'i, 'romanındaki öznel kahramanları'nı ve aklındaki tonla şarkıyı alıp gitti. En güzel filmi sinemada kapalı gişe oynamış gibi mutluydu. Hayatındaki en güzel prömiyeri yapıp kendisini ödüllendirdi. Yolun bitmesinden korkmadan yürüdü. Dizlerinin bağı çözülene kadar yürüdü. Aklını kaybedene kadar, görenlerin ona acımaya başladığı zamana kadar, terinin artık akmayacağını anladığı ana kadar, çakıl taşları tekrar ayaklarına savrulduğu zamana kadar... Sonra bir gün uyumaya karar verdi, uyandı, yine unuttu her şeyi...


Deekie - Dozen Times

Bir e-mail adresi girmelisin:

By FeedBurner