(İkinci öykü için: I Wish It Would Rain Down)
Yorulmuştum... Herkesin her türlü oyununa göz yummaya başlamıştım. Korktuğumdandı belki de her şeye elimin tersini gösterme çabası. Bir süre sonra kılımı bile kıpırdatamaz hale geldiğimde nelerden vazgeçtiğimi bile göremedim. Uykusuz gözlerim, yalın ayaklarım, çıplak bedenim ve kanamış avuçlarım vardı. Hiç kesilmeyecek bir çağlayanın altındaydım ve birileri bana hiç de acımadan kan kusmaktaydı. Söylenen yalanlara itiraz edecek yetimi kaybettiğimde ise artık bir yapraktan farksız olduğumu farkettim.
Çok uzaklara olmayan ama işe yarayacağına inandığım bir göçe hazırlanıyordu ruhum tam da. Ne yol bilirdim oysa ne de iz. Susuz kalacağımı, yalnız olacağımı bildiğim bir yolculuğa hazırlanıyordum. Çıkınıma akılsız başımı, uzun süre önce unuttuğum hislerimi ve atmaktan yorulan yüreğimi koydum. Bir pervane böceğinin bacaklarına tutunup herkesten kaçmak istedim. Rüzgara verdik birbirimizi. Ne olacağını düşünmeden...
Sonra hayatıma sızan gün ışıkların saçlarımı aydınlattı. Nefesin, yıllardır tozlanan kalbime dokundu. İçime ılık bir rüzgarı arkadaş bıraktı ve parmaklarının ucuna basa basa gitti. Yakınmalarım, sızlanmalarım, yaşadıklarım... Aldım hepsini vurdum birbirine. Geriye kalanlarla idare edebileceğimi düşündüm. Geçen zamana aldırmadan griliklerimde körleşmiş gözlerimle gezdim. Terli vücuduma ılık bir duş, susuz boğazıma bir yudum su olmuştun.
Bırakıyorum kendimi boylu boyunca kuleden aşağıya. Geleceğine inanmamaya başladığımda hala burnumdan gitmeyen kokuna kendimi kaptırıyorum. Korkmuyorum ne toprağa serilince duyacağım kemik seslerinden ne de bundan sonra olacaklardan. İçimden bir fıskiye fezaya yükseliyor, en yakın yıldıza çarpıp sana ulaşmamı sağlıyor. Uğramıyorum hiçbir ara durağa, görmüyorum hiçbir engeli. Yolumu çizen kokuna hayran hayran yol alıyorum.
Duyuyorum işte sonunda, yankılanıyor kulaklarımda sesin. Sana geliyorum, kendime bir tutam daha senden katabilmek için.
0 yorum:
Yorum Gönder