Nisan 12, 2010 | By: ufukcel

My Lover Will Go


"her şeyimsin sen benim..." diyordu fonda oynayan siyah beyaz filmdeki kadın. orta yaşlarda, biraz düşük çeneli ama ikna edici olduğu belliydi. yakından bakınca pek güzel değildi. kulağına kadar ancak gelen saçları ve kimseyi umursamaz tavırları itici dahi yapabilirdi hatta. ama durmadan konuşuyordu işte. "...gün gelir de ayrılırsak..." diyordu ve bitirici vuruşu yapıp topu ağlarla buluşturuyordu, "...sanırım artık yaşayamam.". işte bu kadar basitti hayat denilen şey.o varsa varsın, yoksa olmayabilirsin. sıkıcı bir tercih besbelli. kendinin etkileyemediği bir karar vermek ve o karar dahilinde olmak ya da olmamak. sıkıcı.

filmin daha ortasıydı ancak her şey belliydi. kadın gitmek istemiyordu, adam kadını istemiyordu, adamı istemeyen bir başka adam vardı ve bu başka adam da kadını istiyordu. sonuç olarak ufak bir yapboz parçası değişikliğinde her şey yerli yerine oturacaktı aslında ama senarist çok bencil bir ele sahipti. kadının kafasında kurduğu her şey adama işlemekte ve seyirciye kadın suçlu gösterilmekteydi. oysa senarist gerçekten işi bilmiyordu. yani kadını suçlu yapan tek şey sadece orada durup gitmemek istemeseydi ve herkes aval aval bakarak, bunun hatalı olduğuna katılıyordu.

film oynarken kendi hayatını gözden geçirdi. çok mu yavan bir hayatı vardı. yoksa sandığından daha da mı sıradandı. cevaplar ortadaydı ama filme kulak verdi bunları düşünmek istemediğinden. "varlığım seni yaralıyor artık biliyorum" diyordu kadın ve ekliyordu peşinden de "mutlu olacaksan gitmeye hazırım ben.". neden bu kadar ezik gösterildiğini bilmiyorum ama senaristin, kısa saçlı hatunun tekiyle bir alıp veremediğinin olduğu açıktı. "sakın bir şey söyleme, biliyorum sonunu." dedi kadın tekrar konuşmaya başlayınca. oysa saçlarına yeni yeni aklar düşen adamın konuşmaya hiç de niyetinin olmadığı açıktı. sonra kapı açıldı ve gitti. arkasına ufak bir jön bakışı bile atmadan hem de.

kendi hayatı bunun kadar acıklı değildi. sürekli sıradan olaylar yaşayıp, sürekli sıradan insanlarla karşılarşırdı. kanalı değiştirdi. ama gecenin o vaktinde bulacağı tek şeyin küresel ısınma belgeselleri ve duman avcıları reklamları olacağını bildiğinden geri döndü filme. film geçen onca dakikaya rağmen hala devam ediyordu. senarist harikalar yaratıyordu anlamıştı en sonunda. bıraktığı sahneden sonra kadın gerçekten ölmüş, adam üzülmüş, diğer adam bu adamı öldürmeye çalışmış ve sonunda senaristin insafına gelip yapamamıştı.

tam filmden tekrar sıkılmaya başlamışken, gecenin o vaktinde gelen mesajla irkildi. "seni çok seviyorum ama gitmek zorundayım, bunun için kendini suçlama" yazıyordu mesajda. filme baktı, sonra tekrar mesaja, ardından tekrar filme. senariste söyledikleri için pişman hissetti kendini o an; sıradan bir hayatın sıradan bir sonunu hazırlayacak kadar de cesur. terkeden ya da terkedilen olmak fazla önemli değildi. bir canın acıması gerekiyordu ve bu da bir insanın canını vermesiyle oldukça kolay oluyordu. düşündü, filmin sonunu göremeyeceği için üzüldü. belki de kapatmamalıyım dedi. yavaş yavaş ölürken, saçlarına ak düşmüş adama baktı, sonra da kendi saçlarına. kendi saçlarına ak düşmesine daha yıllar vardı. üstelik ölürken düşündüğü kişi onu sonsuza dek terketmişti. sonsuza ulaşmak istiyordu belki ama son bir kez düşündü. kısa saçlı kadına yer verdi bu kez hayalinde. "...sanırım artık yaşayamam." dedi ve son yazısı ekrana gelirken de "mutlu olacaksan gitmeye hazırım ben." diye ekledi. gitti. arkasından hesap soracak diğer bir adam olmadan. sonrasıysa siyah beyaz bir filmdi. son yazısını sadece sabırla bekleyenler gördü.

Bir e-mail adresi girmelisin:

By FeedBurner